Deprem notları Hatay: Sanki Atlantis'in sulara gömülüp yok olmasının 21. yüzyılda canlı tanığıyız

Bir kentin topyekûn yok oluşuna şahitlik ediyoruz. Kadim kültürüyle, hatıralarıyla, yaşanmışlıklarıyla, insanı, hayvanı, eşyası, kenarı, köşesi, bahçesi, ağacı, dükkanı ve hayalleriyle...

HATAY

Hatay'da deprem bölgesinde geçirdiğimiz dört günün gözlemlerini paylaştığım yazı dizisine kaldığım yerden devam ediyorum. 11 Şubat Cumartesi günü, yani depremin beşinci günü Defne İlçesi Sevgi Parkı'nda sabah olduğunda, ekibin soğuktan uyuyamamış olduğunu gördüm. Bulunduğumuz yerde yaktığımız ateşin önünde, bölük pörçük uykuyla geçirmişler geceyi. Yanıbaşımıza parkın girişindeki demir konstrüksiyonu ödünç alarak yaptığımız çadıra bir gün önceden ilaç kutularını ve çocuklar için getirdiğimiz termal içlik, polar ve giysileri taşımıştık. Naylon ve branda beziyle kaplı çadırdan tıbbi malzemeyi alıp derme çatma bir sehpanın üzerine yerleştirdik. Eczacı arkadaşlarımız ilaçları kutulara, eczaneye yerleştirir gibi kullanım alanlarına göre dizdiler. Bu arada etrafımızda diğer sağlık hizmeti veren birimler (TİP çadırı ve Memorial işbirliği, Halkevleri çadırları) ziyaret edilip kimde hangi ilaç var ona bakıldı. Adli tabip olmanın yanında acil tıp uzmanı da olan Canan Kaftancıoğlu bir kartona Halk Reviri yazıp ağaca yapıştırdıktan sonra hizmet vermeye başladık. Bu arada sokaktaki cenazelerin toplanıp defin ruhsatı verilecek merkeze ulaştırıldığı haberi geldi. Dün Canan Hanım'ın saatlerce süren uğraşısının bir yerlerde duyulduğunu düşünüyor insan.

Şehirde tam teşekküllü hizmet veren yegane sağlık kuruluşu Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi. Önceki yazımda da belirttiğim gibi bulunduğumuz yerden 20 km uzaktaki hastaneye ulaşmak çok zor. Depremzedeler kurduğumuz Halk Reviri'ne gelmeye başladı. Enkazdan ilk gün, ikinci gün, üçüncü gün çıkmış, ağırlıklı olarak kesik ve ezik şeklinde yaralanması olan vatandaşlar... Bugüne kadar bir tıbbi bakım görmemişler. Yaraları kanla, tozla toprakla kaplanmış. Kiminin yarasını temizleyip pansuman yapıyoruz, kiminin yarasından ölü dokuları alıp dikiyoruz, kimine atel, askı, kimine bandaj yapıyoruz. Eczaneler de yıkıldığı için sürekli ilaç kullanan hastalar zor durumda. Özellikle diyabet, tiroid ilaçları ve sara nöbeti için kullanılan antiepileptiklere ulaşamamak büyük sorun. Biz elimizde olanları veriyoruz, olmayanlar için yan taraftaki gönüllülerin kurduğu çadır eczanesine yolluyoruz vatandaşları.

Gönüllülerden biri geliyor yanımıza, arkadaşlarından biri bayılır gibi olmuş. O yana koşturuyorum. Genç, aslan gibi bir delikanlı, tükenmişlik sendromuna girmiş, kim bilir kaç saattir ayakta. Soğuk, açlık ve yorgunluk sonucunda kısa süreli kendinden geçmiş, çadırda yatıyor. Kan şekerini yükseltecek, immün sistemini güçlendirecek takviye gıda ve vitaminlerle uyumasını tavsiye ediyorum. Nitekim saatler sonra ayaklanmış yine bir yerlere koşuştururken görüyorum. Parkın kenarında bir kuyruk dikkatimi çekiyor. Beş kişilik bir ekip yufkadan peynirli gözleme yapıyor. Sorup soruşturunca, Ankara'dan gelmiş gönüllü bir ekip olduğu anlaşılıyor. Biri müzisyen, diğeri kurye, biri elektrikçi, diğeri makine mühendisi, sonuncusu askerden yeni dönmüş. Biri peynir rendeliyor, öbürü yufkanın içine koyuyor, diğeri de saç üstünde pişiriyor. Yoruldukça değişiyorlar. Bütün gün ve gece insanlara gözleme yetiştiriyorlar. Etrafta koşuşturan gönüllülerden hiçbiri gidip gözleme kuyruğuna girmiyor, kuyrukta hep depremzedeler var.

Bizim revirin önünde de kuyruk eksik olmuyor. Yaralanmaların dışında en önemli sorun soğuk algınlığı. Çok sayıda depremzede ateşli, boğazı ağrıyan çocukları için ilaç istiyor. Bir kısmı köylerden gelmiş. Daha doğrusu evleri yıkıldığı için köye gitmiş, ama giysi ilaç temin edebilmek için tekrar şehre gelmiş afetzedeler. Çocuklar için getirdiğimiz termal içlikler, polar kazaklar işe yarıyor. Yola çıkarken aceleyle giysileri içlikleri ulaştıran komşularıma, liseden sınıf arkadaşım Yahya'ya şükran duyuyorum. Sahada öyle bir dayanışma var ki... Üzerinde Ülkü Ocakları yazan bir otobüs, TİP'in organize ettiği bölgede malzeme indiriyor. Rize'den bir asansör firması, Yormaz Asansör, suntadan küçük evler yapmış, içine soba da kurulabiliyor. Çadıra göre çok daha mukavim ve genişçe.

Az ileride, belki de enkazdan kurtarılmış, bir sandık üzerine oturmuş bir çocuk elinde pastel boya, Barbie bebek boyama kitabına boyama yapıyor. Önünde varilden imal edilmiş bir soba. Başka bir köşede yorgunluktan bitap düşmüş iki gönüllü öğlen ısıtmaya başlayan güneşin altında uyukluyor, hemen yanında bir depremzede eğreti oturduğu iskemlede, üzerine örttüğü battaniyeye sarınmış. Tek tek fotoğraf kareleri, ama böyle yüzlerce, binlerce kare var. Bir trajedinin, bir felaketin puzzle parçaları.

Öğleye doğru deprem bölgesinden bilgi aktaran T24 ekibi geliyor ve hemen sahada gözlemlere, röportajlara başlıyorlar. Herkesin gördüğü apaçık gerçek, "Kimseyi aç açık bırakmadık, bırakmayız" diyen devlet erkanı söyleminin doğru olmadığı (AFAD'ın kurduğu 20-25 çadır haricinde). Sahada yemek veren de, çadır, giysi ve sağlık desteği sağlayan da gönüllüler. Canan Hanım'a karşı büyük bir sevgi var. Kırılan gözlüğünün yenilenmesini isteyen amca, serebral palsili (beyin felci) çocuğunun yürütecinin temin edilmesi için gelen aile, seyyar tuvalet talep eden depremzedeler… Hepsine yetişmeye çalışıyor. Bir ara bir başka bölgede nefes almakta zorlanan kalp ameliyatlı bir hasta için yardım istiyorlar. Ambulansla oraya gidiyor Canan Hanım ve ekipten arkadaşlar, ciğerinin biri sönmüş hastaya müdahil oluyorlar. 

Sahada en büyük sorun tuvalet. Kadınlar için daha da büyük sıkıntı. En acil, en elzem mesele o. Seyyar tuvaletler konmuş bir bölgeye ama tesisat yapılmamış, içine girilebilecek gibi değil. Yakınlardaki bir okulun içindeki tuvaleti yüzlerce belki binlerce kişi kullanıyor. İnsanlar bu zorunlu ihtiyaçlarını kimsenin olmadığı, tenha yerlerde gideriyorlar bu koşullarda. Sokakta yaşayan bunca insanın çöpleri ayrı bir sorun. Gebze Belediyesi'nin yolladığı temizlik işçileri çöpleri toplamaya çalışıyor. Bir de yüzlerce yıkılmış binanın içinde vefat etmiş insanlar var. Bir süre sonra cesetler çürümeye başlayacak. Halk sağlığı uzmanlarının görüşleri doğrultusunda acil eylem planı hazırlanmalı.

Sevgi Parkı'na gelen sağlık ekipleri artıyor. Biraz ilerimize İstanbul Tabip Odası gönüllüleri konuşlanıyor. Karşı köşeye Türk Tabipleri Birliği'nin konteynırı yerleştiriliyor. Onların yanına İstanbul Büyükşehir Belediyesi Veterinerlik Hizmetleri çadırı kuruluyor.

Can dostlarımız da perişan. Kimi yaralanmış, kimi korku içinde; şehri terk eden sahipleri yanında götürememiş. Küçük bir yürüyüş yapıyorum. Bahçe içinde tek katlı bir ev, ortasında dalları mandalinalarla dolu bir ağaç ve bir sürü kedi. Getirdiğim kedi mamasını taşlara döküyorum. Koşa koşa gelip yemeye başlıyorlar, beş litrelik bir su şişesini kesip suyla dolduruyorum. Yolda dünya güzeli bembeyaz bir Sibirya Husky'si yanıma geliyor, ona sarılıyorum.

Bir kentin topyekûn yok oluşuna şahitlik ediyoruz. Kadim kültürüyle, hatıralarıyla, yaşanmışlıklarıyla, insanı, hayvanı, eşyası, kenarı, köşesi, bahçesi, ağacı, dükkanı ve hayalleriyle... Sanki Atlantis'in sulara gömülüp yok olmasının 21. yüzyılda Hatay'da canlı tanığıyız.

Halk Reviri'ne dönerken ortadan ikiye ayrılmış bir evin duvarında koca harflerle yazılmış bir kelime: ÇARESİZLİK. Depremden sonra mı yazıldı, önce mi yazılmıştı bilmiyorum.

Bu ülkede çaresi olan çaresizliklerden daha kaç insanımız ölecek, kaç şehrimiz yok olacak, kaç ormanımız yanacak, kaç nehrimiz, denizimiz pislenecek? Biz büyük, her şeye kadir, herkesi kucaklayan devlet istemiyoruz, bu yalanları söyleyenlerin mumları kaç yatsı oldu söndü çoktan. Aklın, bilimin lafını dinleyecek, makamlarında kazık kakmayacak liyakatli insanların yöneteceği bir Türkiye istiyoruz, hayal ediyoruz. Bu toprakların insanı, hayvanı, ağacı, akarsuyu, denizi bunu fazlasıyla hak ediyor.